Sevdigim bir oyunsa ve kaliteli bir musabaka gerceklesiyorsa izlerim sadece, herhangi bir tarafi tutmam. Taraf tutmaktan degil oyunun kendisinden zevk alirim.

Takım isimlerinden birine önceden aşinalığım varsa iyi ya da kötü fark etmez yalnızca onun adını duyduğum için onu tutarım..
Her ikisi hakkında da hiçbir bilgim yoksa geride olanı tutarım..

Geride olana önde olana bakmam ama forma renginden tut da sempati beslenen herhangi bir futbolcunun varlığına kadar taraf olmak için birçok parametre var, onlardan birine göre tarafımı seçerdim. Tabii bunu kendi taraftarı olduğum takım dışında söylüyorum, İspanya üçüncü liginden bir maç izlesem onda da aynı şekilde bir taraf seçerdim. Taraf olmadan maç izlemek zevkli olmuyor.

1) o macin skoru tuttugum takimi ilgilendiriyorsa, isime geleni tutarim.
2) iddia oynamissam ona gore tutarim.
3) hic cikarim yok ama, atiyorum almanya ile malta oynuyor, almanyayi tutarim. gol gormeyi isterim.
4) hic cikarim yok ama, sevmedigim bi ulke cikti, guclu ya da gucsuz, rakibini tutarim.
5) hic cikarim yok ama, iki takim esit gucte, karsilikli cok iyi oynuyolar, tutmam, izlerim.

diyelim açtım buz hokeyi, amerikan futbolu fln forması güzel olanı, sembolü - maskotu güzel olanı tutarım.

Her zaman geride olan tarafın kazanmasını dilerim.

zayıf, mütevazı takım hangisiyse onu.

kimseyi tutmam niye tutayım.

tamamen ilk 10 dakikada sekillenir kafamda. mesela timbersports. su olaya denk gelirsem

www.chrisdetrick.com

kimi tutacagim netlesir. saf gücle indiren adamdansa iki taktik güdeni sever onu tutarim. diger etaplarda da taktik düsünen herifle paldir küldür girisen herif belli olur zaten. ordan bir taraf olusur.

cliffdivingte kendi etrafinda dönüp benim basimi döndürene isinamam, genelde karin ekseninden takla atani tutarim. ve genelde cok savrulduklarindan kaybederler ama, onlari tutarim gene de. ayni sey jimnastik icin de gecerli, paralel barda tek elden digerine gecene ya da uneven barda birinden digerine taklayla gecene sempati beslerim. ya da freestyle kanoda yana yatip devrilecek kadar risk alani tutarim. hosuma gidecek sekilde oynayani tutarim kisaca.

futbol ise kanal degistiririm. basket falan ise de. toplu sporlara pek bayilmiyorum ben.

İkisini de tanımıyorsam favori olmayanı tutarım.

Ankara'da isen bu hafta sonu Ayrancı Pazarında antika pazarı var, bu tür aletler orada bulunabilir, Ankara'da değil isen bu türden bir pazar/işhanı vs. bulman gerekir.

suv almam. net.

Amacın SUV imajı ise BMW modellerine falan yönel derim. Ama araziye vuracağım diyorsan o rakamlara denk gelen bir model Grand Cherokee al.

ml320

geniş-ferah olsun, donanımları yeterli olsun diyorsanız 2011-2012 captiva önerebilirim.(sıfır araç almayın,paranıza yazık)
ssangyong çok değer kaybeder,kore malı araca güven olmaz.(ön yargı değil, bi gün çıkma parçalarına denk gelirseniz telefonumun kabı daha sağlam dersiniz)
land rover alacaksanız discovery 3 pek sorun yaşatmaz. sağlam araç,kullanımı rahattır.
off-road istiyorsanız düşünmeyin defender alın*

ssangyong filan almam. Sağlam bir şey alırım. Ben güvenmiyorum kore araçlarına sağlamlık (güvenlik) konusunda. Cüssesi olduğu sizi koruyacağı anlamına gelmiyor.

ssangyong deger kaybeder diyenlere aldirma bu arada. kia gibi ssangyong'da ismi guclendikce deger kazanacak, fiyat arttiracak markalardan. sifir kia sorentolarin 7-8 sene onceki fiyatlari ile guncel fiyatlarina bakarak anlayabilirsin durumu.
ayrica ssangyong ciddi iyi donanimi guzel fiyatlardan veriyor, bu da ayri bir konu.
bununla beraber ml320'nin yerini tutacak hali yok tabi ki...

brawler: rexton ml320'nin altyapısını kulanıyor diye biliyorum. ama mercedes başka tabi.

bi de bizim maksimum off-roadumuz hanımın memlekette yaylaya çıkmak olacaktır.

0km. subaru forester. net.

2005-2006 belki 2007 cadillac escalade. aşık olabilirsin

ssangyong çok çirkin ve dandik görünmüyor mu yahu? ben o logoyu görünce bile yüz buruşturuyorum. alternatifler şöyleymiş üstelik:


audi;
www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

bmw;
www.sahibinden.com

mercedes;
www.sahibinden.com

volvo;
www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

vw;
www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

land rover;
www.sahibinden.com

www.sahibinden.com

Suv alan maldır aga araştırın la biraz fren mesafesi en az 5metre daha uzun normal araçlardan ve bu ölmeniz için gavet yeterli bir rakam ayrıca normal araçlarla 90-100le girdiğiniz hafif virajlara bu araçlarla girin ve kendinizi nasıl takla atarken bulduğunuzu görün suv ler benim gözümde sadece zengin adamların karılarına ay aman trafikte aracı büyük olsunda sıkıştırmasınlar yada egosu yüksek tiplerin yerden yüksekte olmak için kullandığı araçlar bide 364gün asfaltta gezip 1gün bağa bahçeye gitmek için alan tipler var

@denizrocket bu kadar önyargılı olma be abi, beni tanısan çok seversin aslında. hanım ve ben mesajında bahsettiğin hiçbir tipe uymuyoruz da :)

bi de kardeşim bu araçların güvenliği ile ilgili verdiğin bilgilerde istatistiki bir kaynağın var mı? suv ile kaç kaza yapılmış kaçı ölümlü olmuş, 90-100 km ile hangi tip virajlara nasıl girmişler...bu araçları tecrübeli şöförler mi kullanıyormuş yoksa acemiler mi yapmış gibi konuları öğrenmek isterim. araçlardan mı kaynaklanan bir sıkıntı var yoksa şöförlerden mi? güvenlik önemli sonuçta. sevgiler...

edit: ha bi de jip alan bu kadar insanı mal yerine koymana girmek istemiyorum bile, o kadar çirkinleşmeye gerek yok. suv harici başka bir tavsiyen varsa arabalardan anlayan bi adamsan söyle de bilelim....

honda crv

@this is heavy fren mesafesi değil ama virajlar için denizrocket'in dediği doğru. kendimden örnek vermek gerekirse bizim ailede c4 var. gerçekten virajlara yüksek hızlarla girip bana mısın demeden çıkıyorum araba yola yapışıyor ama bir kere uzun yolda suv kullanma imkanına eriştim gerçekten bizim fransızla girdiğim virajlardaki hızımdan net bir 30-40 km/s daha az hızla alabildim.

suv var suv var şimdi.

ben kendi aracımla hiç savrulma yaşamadım, manevra kabiliyeti de gayet iyi. adam dacia duster alma arifesinde değil zaten doğru düzgün bir suv alma arifesinde. o yüzden devrilir yorumlarına itibar etmemek lazım bence. düzgün kullanılmazsa her araç devrilebilir, aracı tanıyıp limitlerine göre kullanılırsa hiçbir şey olacağını sanmıyorum. üstelik suv'lerin görüş açısına ve konforuna alışan biri kolay kolay sedana dönemez. bence şehiriçi için ideal araçlar park sıkıntısı olmayacaksa.

hacı bağ bayır araban ayrı olucak bkn:lada niva/suzuki bile olur yol araban ayrı olucak hem yakıt olarakta karda olursun hem çevreyi az kirletirsin fren mesafesinin uzun olmasının nedenine gelirsek araç yüksek ayrıca süspansiyonlarda yüksek olduğu için yaylanma ve salınım daha fazla ve emin olun buda fren mesafesi ve kontrolü büyük şekilde etkiliyor alın bitane sedan yada hatchback yol arabası rahat rahat kullanın ayrıca suv lerin youtube da esp off videoları var bi göz atın derim 2000+kg lık lincoln navigator esp haliyle 2kukanın arasından geçerken yan yatıyor

@kayranin kedisi haklısın her suv aynı değil ve arabanın limitlerini bilmek gerekir. ben sadece başımdan geçen bir olayı anlattım yoksa suv almasın demedim tavsiyemi de verdim zaten. zaten suv candır her zaman benimde hayalimdeki araba volvo xc90 ileride iş hayatına girince ya alacağım ya da alacağım başka çaresi yok.

Suv saçmalık. All-road ya da cross tabir edilen yüksek araçlar var. Şehir + arada bir arazi diyorsanız bunlar iyi gider. Audi a6 allroad var. Yeti var. Peugeot'da bile var allroad tipi.

Bunun dışında suv almak gereksiz. Park yeri sorun, dar sokaklar yanlış park etmiş arabaların olduğu kavşaklar bunlar hep sorun ve emin olun Türkiye'de çok var, yakıt sorun, fren mesafesi aynı fiyat segmentindeki arabalara göre rezalet. İçleri sandığınız kadar geniş değil. Zaten arazi performansları da pek yok. Pick-up falan olsa tamam kabulumdur de suv saçma. Sizin çocukluk hayaliniz ya da tutkunuz falan ise o zaman kabul edilebilir. Bu durumda kesinlikle ssangyong alma zaten. Vw bile daha iyidir.

yeni skoda yeti, volvo xc70, subaru forester hatta yeni qashqai falan da güzelmiş lan :)

all-road gibisi yoktur. Suv'lerden daha maskülenler bence.

oralarda bizdeki gibi bir sıkıntı yok ki, kafasına göre kullanabilir arkadaşınız..

lisansta mevki yazmaz. dolayısıyla evet oynayabilirler. liberoyu kafanıza esip forvet oynatabileceğiniz gibi kaleciyi de oynatabilirsiniz.

hangi ülkede hatırlamıyorum ama bunun bir örneği de olmuştu sanırım. kaleci aynı zamanda çok iyi libero oynuyordu ve oynatılıyordu.

yenisafak.com.tr

yapar diye biliyorum.ceza bu ülkede geçerli sadece.

sırf ceza yüzünden başka ülkeye transfer olan sporcular vardı hatta.ismi aklıma gelmedi.cemal nalga diyecem ama onunki daha karışık bi olay.tam örnek olmayabilir

Yapar. O ara Engin satılacak diye bir sürü haber dönüyordu zaten. Aklı olsaydı giderdi de...

alıcı ve vericiler aynı değil diye herhal. bir de maksat ayrıcalık olsun.

iyi hoş da adam köprüde soldan geliyor, tam gişelerin oraya gelince çaprazlama hgs'ye girmeye çalışıyor, geri geri gelen bile gördüm,

kgs'de durup kart okuyolardı falan tamam da, ogs hgs aynı yani, durmadan geçsin herkes her gişeden.

İkisini birleştirip gişeleri de kaldırmayı düşünüyorlar. Gişe yerine hız kameraları gibi şerit üstlerinde okuyucular olacak şekilde ama ne zaman olur bilemem.

motosikletlere ayrı alan istiyoz. otomobille aynı parayı verip eşit olmayan koşullarda itilip kaklıyoruz ulan. yetkililerin topunu ogs gişesinden geçirmek lazım.

mobius strip / mobius seridi

cok guzelmis la bu; www.stupidvideos.com

old school poker strip de güzelmiş

veteriner ne diyor bu işe?

alışır malışır diyor işte. ama sahiplendirmeyle ilgili bişey sormadım henüz.

hayvan psikologlari var? bir danissaniz mi acaba?

yahu cok da guzlemis. Bebegi versen bu kalsa olmaz dimi :)

bu kadar sabretmişsiniz bence biraz daha sabredin.

yaşam alanını değiştirmişsiniz. odaları ve mutfağı kapatmışsınız. bir de bebek gelince huzursuz olmuş. kediler evlerine bağlı, obsesif hayvanlardır. evde değişiklik olunca kabul edememiştir.

kedinin yaşam alanını genişletin, ona zaman ayırın. yazıktır. istenmediğini anladı.

:(

comet crash: kule savunma mı ne deniyor türkçe'de (tower defense), o tip bir oyun. türü seviyorsan bayağı iyi.

rag doll kung fu alma, çok kısa. bir günlüğüne bedavaydı ben indirdiydim o zaman. güzel ama para vermeye değecek kadar sürmüuor.

flower: bu da bayağı güzel bir oyun. herkese göre değil yine de, sözlükten bakarsın.

bir de çok ucuz değil bunlar yav. iki tanesine verdiğin paraya çok sağlam bir blu-ray oyun alabilirsin.

not: ülkelere göre farklılık olduğunu zannetmiyorum. ayrıca bir hesap açıp bakabilirsin zaten, ama yoktur.

fark kesinlikle var. ben önce uk hesabı açmıştım. bazı oyunların demoları bulunmuyordu. mesela ragdoll kung fu sadece amerika için bedava yayınlandı.

final fantasy serisi

hayır, doğal ortamında yetişen balıkları yediğinizi hiç sanmıyorum. norveçte bile olsa muhtemelen çiftlik balıklarıdır çünkü bu işi uluslararası ticaret boyutunda yapan firmalar var ve bu işi sansa bırakacaklarını zannetmiyorum. bir de çiftliklerde daha fazla ve süreklik hasat alma durumu söz konusu, denizde sadece belirli dönemlerde. ayrıca çiftlik balıkları daha yağlı oldukları için doğal ortamında yaşayan balıklardan daha lezzetlidir.


bonus lezzet sorusu cevabı: vitamini kabuğunda zaten onun :)

bir de bonus öneri: somonun haricinde yine norveç menşei'li büyük uskumrular var ve ızgarası/tavası/buğlaması inanılmaz lezzetli. ayrıca somondan da daha fazla omega-3 ve omega-6'ya sahip.

(bkz: omega 3)
(bkz: omega 6)

balığın cinsi norveç somonu birde türk somonu var daha az yağlı norveç somonu türk somonuna göre daha yağlı.ancak orda yetiştirilip buzhane yöntemi ile türkiyeye getiriliyor olabilir çünkü türkiyedeki su sıcaklıklarına göre balıkların o kadar yağlanması pek mümkün değil.türkiyede de 15 20 kiloluk somon tutulduğunu pek görmedim yani dikkat ederseniz norveç somonunun bütün olanına yani fletosuna yada parça kesilmiş olanına değil bütün balık varsa kesilmemiş olanı tezgahta baya bir yer kaplıyor türkiye standartları üzerinde.ayrıca somon talebini karşılamak için norveçte yada o tip soğuk denizlere kıyısı olan ülkelerde çiftliklerde yetiştiriliyordur yoksa bekliyimde oltaya balık gelsin ağ atayım taze taze alayım olayı somonda pek olmaz çünkü bir araya ancak üreme dönemlerinde geliyorlar.

somonu ızgarada en düşük ateşte yarım saat 45 dakka bi saat arasında bi sürede pişirin suyunu yağını iyice salsın bi tanede defne yaprağı koyun üzerine yanına soğan ve domateste koyun tadından yenmez.bu saatte yemeyin zaten :)

Çiftlik balığı asla özgür bir balık kadar leziz olmaz.

Tırnaklarınızı yemekten zevk alan birisi iseniz, balığı da pulları ile yiyebilirsiniz kesinlikle aynı lezzeti verecektir. Tırnaklarınız ne kadar vitamin içeriyorsa, pullar'da aynı oranda vitamin içerir.

Bu soruları cevaplamak için yeteri kadar somon tecrübem olduğunu belirtmek istiyorum öncelikle.
(Yirmi yıl somonun anavatanı sayılan alaska'da yaşadım, ve ihtisasım yiyecek içecek üzerine.)

Norveç'ten gelen somonun tamamı çiftlik somonudur. Diğer arkadaşların da belirttiği gibi, hiç bir çiftlik somonu açık denizde yaşayan doğal somun ile aşık atamaz. İkisini kesip yanyana koyduğunuz zaman, çiftlik somonunun etinin daha koyu renkli ve "grain"inin daha kalın ve belirgin olduğunu görürsünüz.

Pişirmeye gelince, ilk söylenmesi gereken, somonun ekmek keser gibi dikine değil, fileto şeklinde kesilmesi gereğidir.
Kesinlikle üzerindeki derisi ile pişirilmelidir. Omega 3 ve omega 6 deridedir.
Bu kouda verilecek örnek ise, ayıların kış uykusuna yatmadan önce çoğunlukla somon yiyerek (ekmeksiz) 100+ kilogram alabilmeleridir.
Bu konuda çok az kişinin bildiği bir gerçek ise, ayıların somonun sadece ve sadece derisini yemeleridir. Hayvanlar içgüdüsel olarak en besleyici şeyin ne olduğunu biliyorlar çünkü.

Izgara yaparken filetonun derili kısmı yukarıda kalacak şekilde başlayın. Izgara çok harlı olsun lütfen. Etinde ızgara izi olduğunda çevirin. Derisi üzerinde pişerken ise, çatalla dürttüğünüzde kat kat ayrılmaya başladığı anda alın ateşten. Izgara somon düntanın en muhteşem lezzetlerinden biri olmakla birlikte, fazla pişmiş somon ise tam bir hayal kırıklığı yaratır, karton gibi olur. Lezzetli ile karton arasındak fark ise 60 saniye gibi bir süredir.
Ha, deri derken derisini de yemenizi önermiyorum.. Deri ile pişen balık, zaten derideki yağlar ile piştiği için tüm güzelliğini ve lezzetini alır. Pişmiş deri de kolayca ayrılır balıktan zaten. Ben deri kısmını köpeğime veriyorum, çöpe gitmiyor yani.

Buğulama konusunda ise, kapaklı tava kullanın, tavanın içine önce kalın doğranmış kırmızı soğanı rastgele dizin, sonra üzerine somonu koyun. Bu sayede narin balık sıcak yüzeye değmeden yavaş yavaş pişer. Baharat, çeşitli sebzeler(mantar, brokoli, kabak), limon suyu, kabuğu rendelenmiş ince limon dilimleri, tereyağ ve beyaz şarap ekleyin. Mutlaka kapak kullanın. Altı harlı olsun. Tıkırdamaya başlayınca, altını iyice kısıp, balığın kalınlığına göre sekiz ila on dakika sonra ateşten alın, servis yapın.
Benzer şekilde kağıtta da yapabilirsiniz. 170 derecede ısıtılmış fırında 18-22 dakikada olur.
Tek önemli nokta fazla pişirmemek.
(Yurdum insanı herşeyi gebertene kadar pişirmeye çok meraklı nedense)

Bir de, ızgarada süte yatırılmış somon var ki, onu burada tarif edemem.. Kursu ile, çömezliği ile, yapa boza öğrenilmesi gereken, adamın gözünden yaş getirecek kadar muhteşem bir ızgara deneyimidir zira.

Bu arada, benim en sevdiğim yöntemlerimden birinin de somonu çiğ yemek olduğunu belirtmem farz oldu.
Bu yöntemi güvendiğiniz bir japon lokantasında somon sashimi söyleyerek deneyebilirsiniz. Gerçekten, hakikaten çok lezzetli.

Bir de halibut var yurdumda keşfedilmesi gereken.. aman da aman.
(kabuklulara hiç girmeyelim. kanayan yara)

Konu hakkında bilgim yok ama doğal ortamda yetişen balıklar daha lezzetli oluyor diye duymuştum. Balığın doğal ortamda salgıladığı adrenalin lezzetini artırıyormuş. Babam demişti. :D